Haber

Kilise saldırısı: ‘Egemen ideolojinin nefret dili zemin hazırladı’

İSTANBUL – Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi’ne düzenlenen silahlı saldırının etkileri tartışılmaya devam ediyor. Bir asrı dolduran Cumhuriyet tarihinde buna benzer çok sayıda saldırı vardır. Hrant Dink, Tepe Yayınevi, Rahip Santora, Şişli’deki Bet İsrael Sinagogu ve Beyoğlu’ndaki Neve Şalom Sinagogu gibi birçok insanı ve inanç merkezini hedef alan şiddet eylemleri gerçekleştirildi. Bu baskınlarla ilgili yargı süreçlerinin neredeyse tamamında tetikçi ve azmettiricilerin yargılanması kamuoyunda alarma neden oldu. Saldırıların ardındaki ‘karanlık güçler’ hiçbir şekilde açığa çıkmadı.

Peki olup bitenler bunlarla sınırlı mı? Tepe Yayınevi Katliamı ve Hrant Dink Davası avukatlarından Erdal Doğan ve Nor Zartonk üyesi Arno Kalaycı ile Santa Maria Kilisesi saldırısı sonrası azınlıklarda uyanan ruh halini ve olayın arka planını konuştuk. saldırılar.

‘SALDIRI KİŞİSEL DEĞİL’

Santa Maria saldırısı günlerdir Türkiye’nin gündeminde. Pazar ayine katılan kar maskeli iki saldırgan bir kişinin ölümüne neden oldu. Saldırının hemen ardından çeşitli üst düzey yetkililerden açıklamalarda bulunuldu. İstanbul Valisi Davut Gül yaptığı açıklamada, “Hepimizin başı sağ olsun. 52 yaşında bir vatandaşımız hayatını kaybetti. Polis ve savcılığımızın soruşturması devam ediyor. Yaralanan yok, yalnızca bir kişi saldırıya uğradı. “Merhumun içine girildi ve merhum saldırıya uğradı” açıklaması, olayın tekil gösterilmeye çalışıldığı yönünde eleştirilere neden oldu.

Avukat Erdal Doğan, Santa Maria’daki cinayetin kişisel düşmanlık olarak yansıtılmasının doğru olmadığını belirtti. Doğan, “Kilisede yaşanan eylemin ve şüphelilerin kamuflaj kıyafetiyle ayin sırasında gerçekleştirdiği eylemin bu kadar kişisel olamayacağı açıktır. İlk aşamada yapılan bu tür açıklamalar her yönüyle son derece yanlıştır. Geçtiğimiz hafta gazeteci Hale Gönültaş’ın Artı Gerçek’te IŞİD’in Horasan kümesiyle ilgili bir dizi yazısı vardı. Dizideki yazılar savcının iddianamesine ilişkin bilgilerin aktarılmasıydı. “Şükran Ekinci ile yaptığı röportajda, son genel seçim öncesinde adı geçen bir yetkilinin naklinde polis, jandarma ve istihbarat teşkilatları arasındaki koordinasyon eksikliğinden kaynaklanan aksaklığın ve radikal İslamcı örgütlerin pek de olumlu görülmediğini ifade etti. cezai soruşturma açısından önemli bir tehlikedir.”

Avukat Erdal Doğan

‘SALDIRILAR SİYASİ KRİZDE BİRLEŞTİRMEK İÇİN KULLANILIYOR’

Özellikle Cumhuriyet sonrasında gayrimüslim halklara yönelik Türk-İslam sentezinin ideolojik yapılanmasında kullanılan “Onlar bize emanet” dilini hatırlatan Doğan, “Bu dil çok tehlikelidir.” Gerekçesini ise şöyle açıkladı: “Çünkü medeni hukukta herkes birbirine emanettir ve birbirine karşı sorumludur. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları eşit vatandaş olmak zorundadır. Bu durum anayasal eşitliğin hâlâ sağlanamadığını gösteriyor. Durum böyle olunca, Türk-İslam sentezinde, herhangi bir ekonomik veya siyasi kriz durumunda gayrimüslim veya etnik olarak Türk olmayan hakların düşmana dönüştürüldüğünü ve hedef haline getirildiğini görüyoruz. “Kamuoyunun bu kesimleri siyaset ve medya tarafından hedef alınıyor, çünkü ekonomik ve siyasi krizlerde bu kesimlere yönelik saldırılar aynı zamanda sistemi sağlamlaştırmak için de kullanılıyor.”

MGK’NIN 25 YIL ÖNCE KARARI

Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) yaklaşık 25 yıl önce aldığı bir kararı hatırlatan Doğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “MGK’nın misyonerleri yani Hıristiyanları tehdit olarak algıladığı yönünde bir kararı vardı. Bu kararın ardından Hıristiyanlar hedef alınmaya başlandı. Sadece Türkiye’deki Protestocu Hıristiyanlar değil, Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler de tehdit edildi, okullarına ve kiliselerine tehdit mektupları ve mesajlar gönderildi. Daha sonra 2006 yılında Rahip Santora, Trabzon’daki Santa Maria kilisesinde öldürüldü. Eğer failler ve etrafındakiler bir an önce yakalansaydı, Hrant Dink neredeyse bir yıl sonra öldürülmeyecekti. Çabuk, üç ay sonra Tepe Yayınevi’nde üç Hıristiyan katledilmeyecekti. “Ne önlem alındı, ne cinayetler önlendi.”

‘HAKİM İDEOLOJİNİN OLUŞTURULMASI VE MÜCADELE İSTENİYOR’

Saldırılar bununla sınırlı değildi. Anadolu Katolik Kilisesi Piskoposu Luigi Padovese, Hatay’ın İskenderun ilçesinde son 3 yılda bu kez evinde bıçaklanarak öldürüldü. Doğan, örgüt üyelerinin ‘rahat’ bir ortamda cinayet işlediğini belirtti. Bu durumun bir güvenlik zayıflığı olmadığını, ‘yol verdiğini’ söyledi: “Bunu Hrant Dink suikastında gördük. Tüm bu saldırıların ortak yanı, egemen ideolojiyi kurma ve pekiştirme arzusudur. Çoğulculuğu dışlayan, demokratik bir toplumu benimsemeyen, milliyetçilik ve dine dayalı bir tekçilik anlayışı vardır. Hem hukuku, hem şeffaflığı yok sayan bir sistem. “Bu dış politikada da geçerli”

‘TÜRKİYE DAİŞ ÜYELERİNİ YARGILAMAZ’

Santa Maria saldırısını IŞİD’in üstlendiğine ilişkin sözlerine devam eden Doğan, Türkiye’de daha önce de bombalı saldırıların yaşandığını herkesin hatırladığını söyledi. Çeşitli aramalarda yakalanan kişilerin bulunduğunu kaydeden Doğan, “Bu kişilerin Suriye ve Irak’ta yağmacı, insanlık dışı eylemleri vardı. Ancak soruşturma yapılmadan bırakıldılar. Suriye ile 2011’den sonra imzalanan Adana anlaşmasına uyulmuyor. (Suçluların iadesi ve yargılanması dahil) Bir DAİŞ’li orada kaç kişinin kafasını kesse, katletse de Türkiye’ye geldiğinde ya serbest bırakılıyor ya da en fazla sınır dışı ediliyor. Türkiye’nin ceza kanunları insanlığa karşı suçları ve soykırım kabahatini tanımlamaktadır. Yani kovuşturmaya engel bir durum yok. Orada da Aleviler Hıristiyanları, Ezidileri, Kürtleri ve Türkmenleri hedef alıyordu. Türkiye bu örgütün üyelerini soruşturmakla yükümlüdür. “Türkiye, IŞİD üyelerini yargılamayarak kendisini tehlikeye atıyor” dedi.

‘CİHADİST ÖRGÜTLERİN HAREKETE GEÇMESİ İÇİN ZEMİN HAZIRLANIYOR’

Sistemin korku yayarak yönetildiğini ekleyen Doğan, bu hareketlerin daha güvenlik odaklı politikaların uygulanabilirliği açısından sistemin antidemokratik işleyişine araç olduğunu kaydetti. Doğan, Davutoğlu’nun da bu durumu doğruladığını hatırlattı: “Özellikle Ortadoğu’nun savaşlarla, katliamlarla, insanlık suçlarıyla çalkalandığı bu dönemde. Örneğin İsrail Gazze’de insanlığa karşı suç işlediğinde bu suçlardan tüm Yahudiler sorumlu tutulamaz. Kim açıkça soykırımı savunuyorsa, ona soruşturma açarsınız. Tam tersine nefret dili politikası yürütülüyor. Sonuçta IŞİD gibi cihatçı örgütlerin harekete geçmesinin önünü açıyorsunuz.”

‘BARIŞ DİLİNİ KURMAKTAN UZAK BİR MUHALEFET VAR’

Düşünce ve ifade örgütlenmesinin bozulmasıyla birlikte dayanışma bağlarının zayıfladığına dikkat çeken Avukat Doğan, muhalefetin ‘etkisizliğine’ şöyle değindi: “İktidara da pasif bir üslupla benzer tepkiler veriliyor. Kapsayıcı ve barışçıl bir dil oluşturmaktan uzak bir muhalefetle karşı karşıyayız. Aslında sivil toplum örgütleri önemli ölçüde düşmanlaştırıldı ve zayıflatıldı. Sonsuz bir düşmanlık her zaman vardır. Yargı aynı zamanda iktidarın çok önemli bir aracı haline geldi. Halkın dayanışma örgütlemesi, gerektiğinde sokaklarda barışçıl eylemler düzenlemesi gibi konular engellendi. İnsanları hapishanelere attılar. “Görüyorsunuz, okuyorsunuz, Kobani davasında hala HDP’li milletvekilleri ve siyasetçiler IŞİD’in eylemleri nedeniyle yargılanıyor.”

‘BARIŞ İÇİNDE YAŞAYABİLECEĞİMİZ UMUTUNUZU ZARAR VERİR’

Nor Zartonk üyesi Avukat Arno Kalaycı, Türkiye tarihinde farklı etnik ve dini gruplara yönelik saldırıların ilk olmadığını kaydederek, ruh hallerine ilişkin şunları söyledi: “Bütün bu saldırılar Alevileri engellemede başarılı olmadı ve olmayacak. Türkiye’de yaşayan Yahudi ve Hıristiyanların inançlarını yaşamalarını ve dini vecibelerini yerine getirmelerini engellemekteyiz. Bu doğrultuda İstanbul Latin Katolik Cemaati Piskoposu Massimiliano Palinuro’nun yaptığı açıklamada, ‘Terör eylemi yoluyla terör dalgası yayacaklarını düşünen, kiliselere kendimizi kilitleyen, kapılarımızı dışarıdan kilitleyen kişi ve gruplar. İçeridekiler bunu yapamayacak’ cümlesi hepimiz için cesaret verici ve ilham vericiydi.”

Kalaycı, farklı dini ve etnik gruplara yönelik saldırıların kamuoyunda ciddi bir yankı yaratmamasını da endişe verici bulduklarını ifade etti. Bu kaygı, birlikte barış içinde yaşayabileceğimize dair umudumuzu baltalıyor.”

Arno Kalaycı

‘PLANLANMIŞ BİR SALDIRI’

Arno Kalaycı, Santa Maria Kilisesi ve Latin Katolik cemaatinin IŞİD tarafından planlı bir saldırıyla karşı karşıya kaldığını sözlerine ekleyerek, “Kiliselerin hedef alınacağı bilgisi karşısında saldırının engellenemediğini söylemek zor. tam tersine yeterli ve gerekli önlemlerin alınmadığını vurgulamak gerekir.”

‘DÜNDEN BUGÜNE KADAR GEREKLİ BİR İNCELEME YAPILMADI’

Kalaycı, saldırının ardından yetkililerin kilise cemaatini hedef alan saldırıyı kişisel bir düşmanlık gibi göstererek önemsizleştirdiğini sözlerine ekledi ve şöyle devam etti: “Elbette hükümetin bu ve benzeri saldırılara yaklaşımı açısından endişe verici. Tıpkı hükümet gibi Hrant Dink cinayetinin ardından cinayetin siyasi boyutu olmadığı ve herhangi bir örgütle bağlantısı olmadığı açıklandı. O tarihten bu yana cinayetle bağlantısı olan örgüt siyasi konjonktüre göre belirlenip değiştirildi ancak gerçek ortaya çıkmadı. Yine geçmişten günümüze farklı inanç gruplarını ve ibadethanelerini hedef alan benzer saldırılar yeterince soruşturulmamış ve failleri cezalandırılmamıştır. Sinagoglara ırkçı ve Yahudi karşıtı duvar yazıları, cemevleri ve kiliselere yönelik saldırılar cezasız kaldı. Bir fail yakalandığında mahkemelerin çoğu zaman onun akli dengesinin yerinde olmadığına hükmetmesi ne kadar büyük bir tesadüf.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu